30 Ocak 2012 Pazartesi

Berlin Kaplanı




Ankara'da hatta yurdun tümünde soğuk hava şartları, kar, buzlanma devam ediyor. Ziyadesiyle sıkılmış durumdayım bu havalardan. Arabayla bir yere gitmek artık macera aramak gibi, spora gidemiyorum, gezmeye ancak kapalı alanlara ulaşımın kolay olduğu yerlere gidebiliyoruz. Bu havalar özgürlüğü kısıtladığı gibi bir ruh hali getiriyor insana, istediğin an istediğin yere gidemeyeceğini düşünüyor kendini cendereye sıkışmış gibi hissediyorsun.



Ve biz yine ne yapalım, ne yapalım diye düşünüp bu hafta vizyona giren Ata Demirer'in filmine gittik: Berlin Kaplanı.



Aslında beklentilerle belki doğrudan ilgilidir ama ben beğendim bu filmi. İnsanların hiç gülmedim, oyunculuklar kötüydü, öyleydi, böyleydi demesi de herhalde eşiği yüksek tutmuş olmalarından kaynaklanıyor.



Ben Ata Demirer filmlerine giderken sadece eğlenceli ve sıcak bir hikayeyle karşılaşmayı bekliyorum, bunda da aynı beklentiyle gittim ve bir pazar günü hoşça vakit geçirmiş olarak sinemadan çıktım. Filmin son sahnelerinde ise gözlerim dolmadı desem yalan söylemiş olurum.



Özellikle Ata Demirer'in oyunculuğu, Antalya-Kemer-Adrasan'ın güzellikleri, aile sıcaklığı görmek isteyenler buyursunlar sinema salonlarına!



*Fotoğraf internetten alıntıdır.




24 Ocak 2012 Salı

Birikim yapmak üzerine



Şimdi öncelikle kocaman bir maşallahla yazıma başlamak istiyorum.



Çünkü 2012 hedeflerimden birini daha gerçekleştirdiğimi görüyorum ama bunda devamlılık önemli olduğu için de Allah nazarlardan korusun diye eklemeyi ihmal etmiyorum.



Evet 2012 hedeflerimden birisi de gereksiz harcamaları azaltmak, kredi kartımı az kullanmak ve daha çok birikim yapmaktı. Özellikle iki aydır gösterdiğim özenle harcamalarımı bir hayli azalttım.



Aslında önemli olan çok harcamak da değil bence, gerekli harcamak ya da gereksiz harcamak... Gidip bir yemeğe yüzlerce lira verebilirim ve iyi ki vermişim diyebilirim ama bazen de üç-beş liraya bir çorap alıp bunu niye aldım, ne gereksizdi diye söylenirim. Dolayısıyla öncelikle önemli olan yaptığımız harcamaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir akıl süzgecinden geçirmek. Gereksiz olduğuna kanaat getirince ya da tereddüt edince o harcamayı yapmamak gerek mesela.



Aslında bir tarafta da şöyle bir durum var, bir amacınız varsa parayı harcamıyorsunuz ama bir amacınız yoksa geliriniz kadar gideriniz oluyor.



Dolayısıyla bunu başarmamdaki ilk etken artık bir amacım var ve amacımı gerçekleştirmek için de gereksiz harcamaları kısmak gerek. Böyle başladım.



Ben eskiden aynı kıyafetten renk renk, desen desen alırdım, bazen alır eve gelir "aaaa buna benzer varmış" diye fark ederdim. İnsanın genelde zevki sabit olduğu için hep aynı şeylerden alıp dururdum. En son iki sene önce kendime bu kez araba alma hedefini koyarak bu alışkanlığımdan vazgeçtim. Kendime her bir kıyafet için bir limit koydum ve vazgeçemeyeceğim bir parça olmadığı müddetçe o limiti geçmemeye başladım. Zaten eskisi kadar da kıyafet alma hevesim kalmamıştı.



Sonra dışarıda yemek yeme işini de birazcık azalttım, çok değil ama. Haftada bir, bilemedin iki kez yiyoruz zaten dışarıda. Ama habire habire de küçük bir parça ete servet ödediğimiz restoranlara gitmiyoruz artık.



Sonra her akşam cüzdanımda kalan bozuklukları kumbaraya atıyorum. Bu da ciddi ciddi bir birikim sağlıyor, tabi kumbarada paranız olduğu fikrini unutmanız kaydıyla!



Veee zorunlu tasarruf şart tabi... Ne bileyim bir bireysel emeklilik olur ya da başka tasarruf sandıkları... Hatta hiç olmadı altın günü konsepti. Biz yapıyoruz arkadaşlarla, kadrosu sürekli değişen ama asla kesintiye uğramayan bir adet TL gününe de sahibim.



Mesela kendinize sözler vererek de olabilir bu iş: Her ay bir altın alıp koyacağım kenara gibi, kaytarması kolay bir yol da seçilebilir, kendinize güveniyorsanız. Ben ilk işime başladığımda bir amirim "halihazırda bu gelirine alışmamışken her ay bir tane cumhuriyet altını alıp kenara koy" demişti, o zaman altın da bu kadar pahalı değildi, dinlememiştim, çok haklıymış!



Belli bir harcama eşiğine alışmış biri için bu söylediklerim zor ama imkansız değil, üzerine biraz kafa yordunuz mu oluyor, ben yaptım, oldu! Üstelik hiçbir mahrumiyet hissetmeden! Yanına bir de kenara birazcık para ayırabilmenin mutluluğu ve güveni, ooohhhh miissssssss!!!





*Görsel internetten alıntıdır ancak maalesef kaynağını bulamadım.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Ankara Devlet Tiyatrosu - Sönmüş Yıldızlar




Bu pazar günü Ankara'da yine soğuk, karlı geçti. Dışarıda 5-10 dakikadan fazla kalmak imkansız ve daha önce de söylediğim gibi avm'lerde vakit geçirmeyi hiç sevmiyorum! Bu pazar yine ne yapsak diye düşünürken Altındağ Tiyatrosu'na gidip şansımızı deneyelim istedik. Artık soğuktan mı, oyunun popülaritesinin az oluşundan mı yoksa Altındağ Tiyatrosu'nun ters sayılabilecek bir yerde olmasından mıdır bilinmez salonun yarısı boştu.



Sönmüş Yıldızlar oyunu daha önce hiç dikkatimi çekmemişti (ki sık sık devlet tiyatroları sitesine girip oyunları takip ederim), hatta afişi görüp "müzikal trajedi" ifadesine gözüm takılınca iyi mi yaptık, kötü mü demekten kendimi alamadım.



Tatarların aşk destanı Server ile İsmail'in öyküsünü konu alan bir oyun bu. Bu tarz her hikaye gibi sevenler kavuşamıyor. Müzikler, danslar ve yöresel oyunların, seramonilerin anlatıldığı bölümler hayli ilgi çekici olmuş, özellikle "kaz şenliği" kısmı ve kızlı erkekli yapılan "kaz kanadı" oyunları, bu oyun oynanırken okunan maniler çok eğlenceli ve başarılı şekilde yansıtılmış.



Oyunda cehaletin felaketleri getirmesi mesajı en çok göz önüne çıkarılan şey. Bu arada 1. Dünya Savaşı öncesinde Çar'ın himayesinde bulunan toplulukların durumu da başarılı şekilde yansıtılıyor. Düşündüğümden daha izlenesi bir oyun açıkçası.



Özellikle başrol oyuncusu Deniz Yılmaz (ki kendisi lise arkadaşımın kardeşi olur ve gurur duydum) oyunun başından sonuna övgüyü hak ediyor.

22 Ocak 2012 Pazar

Çikolatalı Portakallı Bademli Pasta












Bir haftadır Ankara'da çetin kış koşulları içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Bir taraftan kar, bir taraftan -15 derecelere kadar düşen sıcaklıklar, erimeyen, buzlanan yollar... Bir de üstüne ben feci şekilde hasta oldum. Bir garip öksürük ve burun akıntısı, iki gün işe gidemedim ama bu sefer de yatmaktan sıkıldım evde. Böyle böyle cumayı getirdik, sonra cumartesiyi ve pazarı, hala kar yağıyor ve ben hala hastayım.


Bu haftaki pastamı zor koşullar altında yaptım bu yüzden. Bünyem zayıf düştüğünden olsa gerek inanılmaz yordu beni. Sonuçta ortaya bir şeyler çıkardım.


Tek kişilik pastalar yapmak istedim bu kez. Ancak muffin kaplarım olduğu için onlarda yapıp hazırladım. Önce Cenk üstadın pasta kremasını denediysem de nedense tutturamadım, sonra başka bir tarifi denedim.



Biraz portakal kabuğu rendeledim ve vazgeçilmezim bademi de aralara serpiştirdim, üzerini de çikolatadan çiçeklerle süsledim, o da Cenk üstattan...



Yoğun çikolatalı pastalarım böylece çıktı ortaya...

15 Ocak 2012 Pazar

Zenne-Dancer












2011 yılı Altın Portakal Ödülleri sonrasında Ayşe Arman'ın bir röportajı dikkatimi çekmişti. Zenne isimli filmden ve Türkiye'deki eşcinsellerin durumundan bahseden bir röportajdı, Ayşe Arman filmi yere göğe koyamıyordu. Konu özellikle ilgimi çekti. Türkiye'de böyle bir işin yapılması öncelikle cesaret işi gibi geldi ve o zaman aklıma yazdım bu filme gitmeliyim diye ve cuma günü bu film vizyona girdi.


Ne diyeyim, öyle dokunaklı, öyle vurucu ki! Film bitince içime bir şey oturdu. Epey bir süre yerimden kalkamadım.


Filmde eşcinsel Ahmet'in öyküsü var, Alman fotoğrafçı Daniel'ın öyküsü var, Zenne Can'ın öyküsü var. Üçü de ayrı ayrı sarsıcı hikayeler. Daniel batılı yüz olarak biseksüel ve bunu ailesine itiraf etmiş gönül rahatlığıyla yaşıyor, Ahmet ise Urfalı ve kimliğini ailesinden gizliyor. Daniel ise ona sürekli dürüst olmasını salık veriyor "dürüst olmak en kolay yoldur" diyerek. Fakat Ahmet itiraf ettiği anda bir töre cinayetine kurban gidiyor. Ahmet gerçek hayattan alınma bir karakter ve 26 yaşında babası tarafından eşcinsel olduğu için öldürülüyor.




Öte yandan Daniel'ın Afganistan'daki fotoğrafçılık günlerine dönülüyor fakat onun da acıklı bir hikayesi var. Zenne Can'a gelince Can aseksüel, seksle ilişkisi yok, dans ediyor, efemine hareketleri var fakat gay değil, İzmirli bir ailesi var ve neredeyse hapis hayatı yaşayacak kadar onu koruyorlar. Örneğin Ahmet gay olmasına rağmen gayet "normal" görünümlü bir erkek. Aslında bu filmin bir misyonu da bence bu mesajı vermek olmuş, her efemine hareketi olan insan gay olmayabilir, malum toplumumuzda etiket yapıştırmak bir hayli kolay. Filmdeki aksiyon sahnelerine Zenne Can'ın dans görüntüleri de eşlik ediyor, bu da hikayenin anlatımına süs olmuş.

Bir diğer üzerinde durulan nokta ise askerlikle ilgili. Bu konuda da hayli dikkat çekici sahneler ve dialoglar var filmde.



Hikayesi, kurgusu, sahneleri ve karakterleriyle Zenne bambaşka bir dünyaya kapı aralamak için izlenmeli! Üzerinde uzun uzun düşünülmeli!

11 Ocak 2012 Çarşamba

Çikolatalı Kestaneli Cheesecake








Kestanenin her nevisine bayılırım. Zaman zaman da sayıklarım hatta. Bu sayıklamalarımdan birine sevgili Ayşem denk gelmiş, ki ben hatırlamıyorum bile, İstanbul'a gittiğinde Kafkas'tan bana kocaman bir kutu kestane şekeri getirmiş. Ben de hepsini yemeyeyim, kilo almayayım diye, bu şekerlerle bir şeyler yapmaya karar verdim ve başladım araştırmaya.



Hayatımda sadece bir kere cheesecake denemesinde bulundum, yaklaşık 2 yıl önceydi ve sonuç hüsrandı, pişerken çatladığı için panik olup erkenden fırından çıkarmıştım sonuçta kreması çiğ kalmış bir cheesecake ile baş başa kaldım. Onu da canım babamdan başka kimse yememişti! Hatta motivasyonum düşmesin diye "ben çok beğendim, harika olmuş" bile dedi! Ama olmamıştı biliyorum.



Ben maalesef olumsuzluklarla motive olamıyorum. Başarısızlıkla sonuçlanan bir şey bende hırs yerine omuz silkme hissi uyandırıyor, o yüzden cheesecake'e o gün bugündür soğuk bakıyordum.



Şimdi kestaneler gelmişken ve ben bu yemek-pasta işine hazır motive olmuşken başladım araştırmalarıma. Çeşitli püf noktalarını öğrendim, notlar aldım, birkaç tarifi okudum ve sonra kendim de bir şeyler katarak hafta sonu yapmaya karar verdim.



Bu arada dün Ankara'daki yoğun kar yağışı ve buzlanma sonrası iş çıkışı hemen eve gittiğimden hafta sonunu beklememe gerek kalmadı.



Özellikle cafefernando internet sitesinden Cenk Sönmezsoy'un tariflerinin ve önerilerinin büyük bir çoğunluğuna uydum, görüntü p kadar başarılı olmasa da, tadı gerçekten muhteşem oldu.



Cenk Sönmezsoy'un tavsiyelerinden burada kısaca ben de bahsetmek istiyorum:



- Öncelikle üstadımız tabanını içinde katkı maddesi bulunan bisküvilerden yapacağınıza kendiniz yapın diyordu, ben de öyle yaptım, gerçekten güzel oldu.- Cheecake malzemelerinin tamamının oda sıcaklığında olması gerekiyor.- Türkiye'de kremasına malzeme olabilecek türde peynir ne yazık ki bulunmuyor (mascarpone peyniri olmalıymış) ya da bulunsa da neredeyse 100 tl sadece peynire ödeyeceğiniz söyleniyor, o nedenle Türkiye'de labne peyniri tercih ediliyor. Cenk Sönmezsoy kıvamı tutturabilmek için labneleri 4-5 kat peçetede süzdürün önerisinde bulunmuş, ben de süzdürdüm, çok fazla su çıkmasa da peçeteler ıslandı.


- Cheesecake pişerken çatlıyor malumunuz, bunun için çeşitli internet sitelerinde fırının içine su dolu kap koyun yazıyor, Cenk Sönmezsoy ise kremayı karıştırma kabından kalıba dökmeden önce tezgaha vurarak hava kabarcıklarını çıkarın diyor, ben ikisini de yaptım ancak yine de küçük bir çatlak oluştu. Onu da cheesecake'in üzerini çikolata, kestane ve badem krokanla süslediğimden çok belli olmadı.- Cheesecake'in tabanı pişirilip soğutulduktan sonra krema ekleniyor, düşük denilebilecek sıcaklıkta, uzun süre pişirilmesi gerekiyor. Ben 55-60 dakika kadar pişirdim. Daha sonra fırını kapatıp kapağı açık şekilde sıcak fırında beklettim. Soğuyunca fırından aldım, oda sıcaklığına gelince buzdolabında dinlendirdim.



Sabah keserken kenara düşen kırıntılardan tattığım kadarıyla güzel oldu, yine sabah işe gitmeden önce fotoğrafladığım için fotoğraflarım aceleye geldi maalesef. Tadına gelince, kremada hafif tuzlumsu bir tat var, aslında biz Türkler'in damağına pek uymayan bir tat bu, hem tatlıyı, hem tuzluyu aynı anda hissediyorsunuz ancak yine de lezzetli olduğu konusunda geri bildirimler aldım, özellikle Avrupa'nın kremalı tatlılarını sevenlerin hoşuna gidecek bir tat olmuş. Ayrıca bir kalori bombası olması ve içinde her nevisinden tatlı bulunması nedeniyle küçük bir dilim yetiyor!






8 Ocak 2012 Pazar

Kakaolu, Portakallı, Bademli Kurabiye ve Şeker Hamuru


























Her hafta bir yemek tarifi denemesi kararımla, pastacılık dünyasına giriş kararımı birleştirerek bu hafta hem kurabiye yapıp hem de şeker hamuruyla tanışayım istedim. Öncelikle bunları sadece internet araştırmalarımla ortaya çıkardığımı belirtmek isterim. İşin bir sürü erbabına saygı duyuyorum ancak özel günleri ve bu günleri sürprize dönüştürmeyi seven biri olarak her şeyi pastayı yapan kişinin ruh haline bırakmaktan ve sonra bir sürü para ödemekten sıkılmış durumdaydım. Ha burada yanlış anlaşılma olmasın tabi ki insanların emeğine saygım sonsuz ama benim istediğim kutlamalarda kendi yaratıcılığımla bir şeyler ortaya koymuş olmak.
Cumartesi günü Ostim'e gidip Pastacılık Dünyası'nda keşfe çıktık. Kocaman bir dükkanda pastacılıkla ilgili aklınıza ne gelirse bulunuyor. Hatta yanımızda kılavuzluk eden birisi vardı ki biz sürekli o ne bu ne diye sorduk. Renk renk şeker hamurları, gıda boyaları, kek, kurabiye, şeker hamuru kalıpları, çikolatalar,pasta kremaları, merdaneler, hamuru desenli açan merdaneler ve neler neler... Sanırım ben oraya daha çoooookkkk giderim!
Ben pembe ve beyaz renkli şeker hamuru, bir adet merdane ve birkaç kurabiye kalıbı aldım. Akşam evde internette bulduğum kakaolu, portakallı, bademli kurabiye tarifini denedim. Şeker hamuru kullanılacaksa kurabiyenin şeklinin çok bozulmaması gerekiyor. Bunun için benim yaptığım tarifte kurabiyelerin fırına verilmeden 20 dakika tepside bekletilmesi gerektiği yazıyordu. Yine de hafiften genişlediler sanki. Daha sonra sabah şeker hamuru kaplama işine geldik. Sandığımdan çok daha kolay ve zevkliymiş. Hazır hamuru buğday nişastası ile açıp şekil verdim ve balla kurabiyelerin üzerine yapıştırdım. Bu işlem esnasında da bu iş stres filan bırakmaz insanda diye düşündüm!
Hamurun kurumasını bekledikten sonra da servise hazır hale geldiler.
Çıkarılan dersler:

- Kurabiyede kakao tadının baskın olduğu ve portakal ve badem tadını alamadıklarını söylediler, bir dahaki sefere daha basit bir tarif denesem iyi olacak.

- Şekli bire bir aynı kalan bir kurabiye tarifi bulmam gerek!

- Şeker hamurunu baldan başka neyle tutturabilirim bunu da bulmam lazım.

- En kısa zamanda şeker hamurlu pasta denemesi yapmalıyım.

Yaşasın tatlı dünyası!!!

Ankara Sanat Tiyatrosu'nda Zübük


Bol lodoslu bir cumartesinin ardından Ankara'da bol yağmurlu bir pazar geçirdik bu hafta. Ankara'yı bilen bilir, yağmurlu günler ya da kışın en soğuk günleri Ankara'da avm'lerde geçer. Sinemalarımız bile avm'lerin içindedir. Bense Tunalı gibi, Bahçeli 7. cadde gibi cadde gezmelerini daha çok seviyorum.


Mesela bugün Tunalı bir pazar gününe yakışmayacak kadar boştu ve eminim avm'ler dolup taşmıştır.


Bu sabah bu ruh haliyle, dışarıda olmak ama avm'de olmamak isteğiyle gazetede rastladığımız Zübük oyununa gitmeye karar verdik. Aradık bilet olduğunu söylediler. Oyuna 2 saat kala biletleri aldık. Tam bilet fiyatı 20 tl ve ne mutlu ki salon ağzına kadar doluydu!


Bu sene sezonu ancak açabildim. Aslında devlet tiyatrolarındaki oyunları takip ediyorum, birçoğunu geçen sezonda izlediğimden, izlemediklerim de ilgimi çekmediğinden bu kış sezonunu bu zamana kadar açamamıştım.



Açılış Aziz Nesin'in ölümsüz eserine nasipmiş.


Oyunda özellikle İbrahim Zübükzade rolündeki Yıldırım Şimşek, Ali Seçkiner Alıcı ve Hakan Güven'in oyunculukları çok başarılıydı, bu eserin yıllar öncesinde yazılmasına rağmen hala geçerliliğini koruması ise ironik. Oyunun müzikleri oldukça başarılıydı, güldürü yanı güçlü bir oyun olmasının yanında mesajların göze sokulmadan verilmesi de güzeldi. Özellikle ikinci yarıdan sonra oyun hareketleniyor ve daha eğlenceli bir hala geliyor.

Soğuk Ankara günlerinde hep aynı şeyleri yapmaktan, aynı yerlere gitmekten sıkıldığınız bir günde tiyatroyu yaşatmak için canla başla çalışan bu çılgın adamların oyununu izleyip onlara bir omuz da siz verin derim ben!

Mangal Center







Değişik yerlerde yemek yemekten hoşlanıyorum. Daha önce gittiğim mekanları bir excel dosyasına yazıp orada neyi tattım, neyi denedim, fiyatlar nasıldı not almış oluyordum. Ancak bir türlü derli toplu bir şey haline getiremedim bunları. Ya iş yerimdeki bilgisayara, ya evdekine ya da flash belleklerden birine kaydedip unutup gidiyordum. Sonra birileri ya şöyle bir yere gitmek istiyoruz, şunu yemek istiyoruz, nereye gidelim dediğinde aklıma bir türlü bir yer gelmiyordu.


Yeni yılla beraber blogumla daha fazla ilgilenip kendime bir arşiv oluşturmak isteğiyle, gittiğim yerleri de buraya yazmaya karar verdim, sırf bu yüzden artık fotoğraf makinemi yanımdan ayırmıyorum.


Mangal Center'a aslında tesadüf eseri düştüm diyebilirim. Ama iyi ki düşmüşüm!


Dün sabah erkenden spora gittim, sonra Umutla beraber Ostim'deki pastacılık dünyasına gittik (bu konuyla ilgili post az sonra...). Bir şeyler aldıktan sonra ben spordan çıkmanın da etkisiyle açıııııımmmm diye inlemeye başladım.


Bilindiği üzere en güzel yemekler esnaf lokantalarında, en lezzetli yiyecekler sanayi sitelerindeki restoranlarda yenir.


Bu ara mangalcılar çok moda, kilo ile eti hemen pişirip servise sunuyorlar. Biz de Mangal Center'a rastladıktan sonra orada yemeye karar verdik. İki kişilik köfte, kuzu pirzola ve kanattan oluşan bir sofra donattık, etlerin tazeliği ve lezzetine diyecek yok, mangal sosları da çok başarılı ancak özellikle tuz ve baharat olmadan servis ediyorlar, o yüzden ilk etapta tatsız geliyor biraz, bunları sonradan eklemek ise genellikle pek tercih edilmez bilindiği üzere.


Onun dışında ortaya salata da söyledik. Ayrıca sıcak pide, acılı ezme, acı sos, cinbiber de beraberinde geliyor.


Arkasından da kaymaklı ekmek kadayıfı...


Öyle acıkmışım ki etlerin fotoğrafını çekmeden mideye indirmişim, aklım başıma karnım doyunca geldi sadece kaymaklı ekmek kadayıfının resmi var!


O tarafları pek bilmediğim için tam yerini söyleyemeyeceğim ama ACity'nin arkasında kalıyor, biraz içeride.


Bu doyurucu yemeğe 42 tl ödediğimizi de belirtmek isterim. Tavsiye edilir.


Adres: İstanbul Yolu 7. km Erciyes İşyerleri Sitesi 201. cadde (eski 10. cadde) No:49 Macunköy


Telefon: 397 77 60-397 77 40.















7 Ocak 2012 Cumartesi

İlke Şengül Hamamı'ndan Bildiriyor
















2012 kararlarımdan birisi de her ay hamama gidip kese-köpük-masajla vücudumdaki toksinleri atmak, kendimi şımartmaktı. Ocak ayının hamamını da cuma akşamı sevgili iş arkadaşım Ayşem ile yapmaya karar verdik.


Şengül Hamamı Ulus'ta Denizciler Caddesi ile Anafartalar Caddesi arasında yer alıyor, 2009 yılında dünya çapında uzman pek çok kişinin çalışmalarıyla restore edilmiş. İnternet sitesinden çalışan bayanlara özel cuma akşamları saat 22'ye kadar açık olduğunu öğrendik ve dün akşam gittik.


İş yerinden arabayla 10-15 dakikada ulaştık, binanın dıştan görünüşü bakımlı bir tarihi bina, hayran olmamak elde değil. 15. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar gelmiş.


İçeriye girer girmez kubbeli ve işlemeli yüksek tavanlar dikkati çekiyor. Girişte paramızı ödedik. Kese-köpük ve hamam kullanımı 18 tl, biz ayrıca kahve masajı da satın aldık. Toplamda 37,5 tl ödedik. Soyunmamız ve bikinilerimizi giymemiz için bize özel bir bölüm tahsis edildi. Orada bikinilerimizi giyip eşyalarımızı dolaba kilitledikten sonra hamam bölümüne geçtik.


Önce saunada biraz yumuşadıktan sonra kese masajı yapıldı. Ardından duşa girip kirlerden arındıktan sonra kahve masajına geçtik.


Benim favorim kahve masajı oldu. Ayşem ile ikimize bir paket Türk kahvesi verip ikimizin kullanabileceğini söylediler. Türk kahvesini hafif sulandırdıktan sonra vücuda onunla masaj yapıyorlar. Değme peeling kremine taş çıkartacak kadar etkili.


En son aşama ise köpük masajı. Sabun köpüğünü özellikle boyun, bel kısımlarına etkili bir masajla uyguluyorlar. Sonra isterseniz saçlarınızı da yıkayıp banyonuzu bitiriyorsunuz. Biz havanın soğuk olması nedeniyle saçlarımızı yıkamadık.


Benimle ilgilenen Döne hanımdan ben memnun kaldım.


Hamamla ilgili kısa notlarıma gelirsek:


Öncelikle daha önce hamama bizim gibi sadece beş yıldızlı otellerde ya da spa merkezlerinde gitmişseniz biraz yadırgayacaksınız. Tabi ki kalite biraz daha düşük, hijyen biraz daha az. Ortalıkta anadan doğma bir sürü kadın var ve hamamda özel oda bulunmuyor. Ancak tabi ki çok rahatsız edici bir durum yok! Bir ilk olmanın şaşkınlığıyla yumurtadan yeni çıkmış sığırcık yavruları misaliydik!


Rahatlama, toksin atma amacındaysanız her şeye rağmen gerçekten iyi geliyor.


Giderken yanınıza bikini, havlu, terlik, kese, lif ve sabununuzu almayı unutmayın.


Kahve masajı harici yağlarla da dakika hesabıyla masaj yapılıyormuş, bir dahakine onu denemeyi düşünüyorum, eğer siz de deneyeceksiniz yağınızı da kendiniz götürüyormuşsunuz.


Hamamın otopark sorunu yok, randevu almaya gerek yok, biz yaklaşık 1 saat 15 dakika kaldık, saat 19.30'da işimiz bittiğinde hamamın epey kalabalıklaştığını gördük, ilgi epey fazla.


İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan görsellerimin sonuncusu http://www.hurriyet.com.tr/, diğerleri de http://www.sengulhamami.com/'dan.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Kız babaları...




Bu posta sevgili pastacımız Demet neden oldu. Demet yılın son günü babasını kaybetti. Birkaç haftadır hastanede yatıyordu babası ve en sonunda hastalığa yenik düştü maalesef.


Hep derim ki bir kızın hayatındaki en önemli figür sağlam bir baba figürüdür. Çünkü iyi bir babaya sahip olan kızlar hayatta sağlam adım atmayı öğreniyor. Ben kendi adıma, babamın varlığını düşünerek bile büyük bir güç hissediyorum içimde. Ne yaparsam yapayım destek olan, her şekilde kabul gördüğüm ve koşulsuz vermenin güçle birleşmiş hali benim için, ağırlığımı düşünmeden bırakabileceğim yegane insan! Allah herkesin annesine babasına uzun ömür versin.

Canım arkadaşıma da önce sabır, sonra geri kalan sevdiklerine ve kendisine uzun ve güzel bir ömür diliyorum.

*Fotoğraf http://www.herrenk.com/ sitesinden alıntıdır.

1 Ocak 2012 Pazar

2012 Nasıl Başladı?















Bir yılı daha bitirdik. Nasıl başlarsa, öyle gider, bir hoşluk olsun, bir güzellik olsun diyerek yeni yıla nerede, nasıl gireceğimizle ilgili aylarca planlar yaptık. Normal şartlar altında gitmeyi sevdiğimiz pek çok yer yılbaşı gecesi fırsatçılığı ile fiyatlarını birkaç kaç kat katlayınca, "bir gece için değer mi, bir hafta sonra gitsek yarı fiyatı olacak" diyerek öyle bir program düşünmedik. Sadece aklımda Jolly Joker'de sahne alan ve albümlerini büyük zevkle dinlediğim Gökhan Türkmen'e gidebileceğimiz fikri vardı.



Daha sonra uygun fiyatlı bir Kapadokya gezisi ayarladıysak da hava şartları gözümüzü korkuttu ve yeni yıla canım arkadaşım Gül'ün evinde girmeye karar verdik.



Gül'ün sofrası, yılbaşı ağacı, hediyeleri ve sürpriz olarak ortaya çıkan aksesuarları muhteşemdi. Noel Baba kostümleri, yılbaşı taçları, kocaman gözlükler, enteresan peruklar hepimizin elinde dolaştı ve komik fotoğraflara malzeme oldu. Gecenin ilerleyen saatlerinde tombala oynadık, sohbetle, muhabbetle yeni yıla girdik. Her şeyden önemlisi ben, hep yanında olmak istediğim insanlarla başladım bu yıla.


Sabah ise şehrin başka yerinde kar yokken biz yoğun kar yağışıyla uyandık, fırsattan istifade edip karda çocuklar gibi oynadık ve Kıvanç Tatlıtuğ'un kardanadamını yaptık:)))



Bu yılki planlara gelince: blogumla daha fazla ilgileneceğim, daha çok kitap okuyacağım, daha çok yazacağım, yemek ve pasta yapmakla ilgileneceğim, el becerilerimi, hobilerimi geliştireceğim, daha çok tasarruf edeceğim (ah çok zor), daha az tv izleyeceğim, spor yapmaya devam edeceğim...


Yeni yıl hepimize güzellikleri getirsin!

2012'ye Özel






















Saatler önce yeni bir yılı daha karşıladık. Bu yılbaşını da en özel arkadaşlarımızın evinde karşıladık, kutlamayla ilgili bir başka postum olacak. Bu postum ise el emeklerim, göz nurumla ilgili!

Bu yılbaşına özel elimden, emeğimle bir şeyler çıkardım. Hep söylüyorum, böylesi günlerin benim için anlamı aklıma çılgın fikirlerin gelmesiyle ortaya yepyeni şeyler çıkarıyor olmam.


Öncelikle 2012 plan ve hedefleri (ki bunu da bir sonraki posta saklıyorum) arasında yer alan yemek-pasta alanına bir geçiş yapmak anlamında yılbaşı pastamızı ben yaptım! Balkabaklı-kestaneli pastamı arkadaşlar başarılı buldu, ben pandispanyasını biraz kuru buldum ama geri kalan her şey iyiydi, her şey bir tecrübe, bir dahaki sefere bunu telafi edeceğim.


Bir diğer çalışmam ise hazırladığım hediye çantaları idi. İçine aldığım hediyeleri koymakla birlikte daha sonra makyaj malzemeleri konulabilir, hatta içine kuru çiçekler konularak bir aranjman bile ortaya çıkarılabilir.


Bir tarafına kızların, diğer tarafına da koca-nişanlı ve sevgililerin adını koydum. Yeni yıla yaraşır bir sürpriz oldu!